Günümüzde artık psikolojik sağlığın önemi ve değeri her geçen gün daha fazla bilinir hale geliyor. Pek çok yaşam olayında olduğu gibi, çocuk sahibi olmak istemek, çocuk dünyaya getirmek isteyip de çocuk sahibi olamamak, yardımcı üreme teknikleri ile çocuk sahibi olmak gibi durumlar çiftleri fiziksel, sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak önemli ölçüde etkiliyor.
Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerde en az 1 yıl düzenli, korunmasız cinselliğe rağmen gebeliğin oluşmadığı durumlara İnfertilite (kısırlık) deniliyor. Toplumlarda görülme oranı %10-15 olarak bildiriliyor, yani her 6-7 çiftten biri bu sorunu yaşıyor. Bu sorun, çiftlerin algıladığı en ciddi yaşamsal krizlerin başında yer alıyor. İnfertilitenin nedenleri; erkekten kaynaklı nedenler, kadından kaynaklı nedenler ve sebebi açıklanamayan nedenler olarak 3’e ayrılıyor. Ancak kaynağı ne olursa olsun kısırlık, çocuk sahibi olmak isteyen bütün çiftleri olumsuz etkiliyor.
Tıbbi, duygusal, psikolojik ve sosyal sorunları da beraberinde getiren infertilitenin tedavisinde artık tüm dünyada, gittikçe artan bir eğilim olarak medikal tedavi ve psikolojik destek birlikte uygulanıyor. Kısırlık sorununun psikolojik etkilerini gidermek ve tüp bebek tedavisi (İVF) esnasında çiftin stres ve kaygıları ile başa çıkmalarına yardımcı olmak çok önemli. Özellikle stresin kısırlıkla ilişkisi hakkında yapılan pek çok araştırma, bu iki kavram arasında etkileşimsel bir ilişki olduğunu söylüyor: Kısırlık varsa yaşanılan stresin arttığını; stres düzeyi yükseldikçe gebe kalmanın, gebeliği sürdürmenin zorlaşabildiğini veya endişeli anne/babalık durumlarının ortaya çıktığını vurguluyor. Duygusal olarak da yoğun dalgalanmaları beraberinde getiren tüp bebek uygulamaları sonrasında da çiftin desteklenmeye devam etmesi de tedavi planının bir parçasını oluşturuyor.
Kısırlık sorunu ile karşılaşan çiftler, bireyler yalnızlık, çaresizlik, umutsuzluk, öfke hissedip, sorunu kabul edememe, gerekli tıbbi ve psikolojik desteğe başvurmama, kendilerini sosyal çevreden yalıtma, sorunun konuşulmasından kaçınma, sorunu görmezden gelme, yok sayma gibi tepkiler verebiliyor. Bu tepkiler, sevdiğimiz birini kaybettiğimizde yaşadığımız “yas” tepkileri ile benzerlik gösteriyor. Buradaki “kayıp” sahip olunmak istenen bebeğin biyolojik kaybı, ideal aile imajının kaybı, annelik, babalık hayallerinin kaybı gibi hem somut hem de düşünsel düzeydeki kayıplar olabiliyor.
“Neden bizim başımıza geldi, ne suç işledik? Bu bir ceza mı?”
“Bunu hak edecek ne yaptık?”
“Çocuklu çiftleri görmeye dayanamıyorum, arkadaşlarımın çocuklarını bile kıskanıyorum.”
“Hiç çocuğumuz olmayacak mı? Eğer kısırsam eşim beni terk eder mi? …
Yukardaki gibi pek çok soru, suçlama cümlesi çiftin aklına gelebiliyor. Bu tür duygu ve düşünceleri bastırmaya çalışmak ise çiftlerin yaşadığı yalnızlığı, sosyal izolasyonu, iletişimsizliği arttırıyor. Eşle, güven duyulan arkadaşlarla, yakınlarla veya bu sorunu yaşamış kişilerle ve tedavi ekibi ile duyguları ve düşünceleri, hissedilen acıyı paylaşmak ise çiftleri rahatlatıyor, psikolojik sorunların çözülebilmesine imkan veriyor. İhtiyaç duyulduğunda profesyonel yardım almak, Psikolojik destek ve Psikoterapiye başvurmak bu süreçte çok önemli yer tutuyor.
Yapılan araştırmalarda, çiftlere sunulan danışmanlık hizmetleri ile;
- İnfertil çiftlerin tedavilerinin olumlu etkilendiği
- Canlı doğum oranlarının arttığı
- Çiftler arasındaki çatışmaların azaldığı
- Depresyon ve Anksiyetenin azaldığı
- Çiftin yaşadığı negatif stresin azaldığı görülmüştür.
Bireylerin tek başlarına bireysel danışmanlık almaları mümkün olduğu gibi eşleri ile birlikte çift danışmanlığı almaları da yararlı olabilir. Çift danışmanlığı, çiftlerin birbirleri ile olan uyumlarını artırmada ve ortak karar vermelerini sağlamada yararlıdır.
Psikolog Tuğba Öztürk